Genel Forum Sitesi

ForumSahili'ni henüz ilk defa ziyaret ediyorsanız yardım sayfasını gözden geçirebilirsiniz. Genel forum sitesi ForumSahili'nde mesaj yazabilmeniz, konu açabilmeniz için foruma kayıt olmalısınız.

Hz. Adem (a.s.) Nasıl Yaratıldı?

Starliçe

Hayat sevince güzel ❤
Yönetici
Katılım
6 Kasım 2024
Mesajlar
3,364
Reaksiyon puanı
123
Puanları
63
Hz. Adem (a.s.) Nasıl Yaratıldı?

Kur’ân-ı Kerîm’de Hazret-i Âdem’in topraktan yaratılış safhaları şöyle beyân buyrulmaktadır:


1. Toprak Safhası

“…(Allâh) Âdem’i topraktan yarattı, sonra ona “ol” dedi, o da hemen oluverdi. (Âl-i İmran, 59)

İnsan topraktan yaratıldığı için toprağın farklı husûsiyetlerini bünyesinde taşımaktadır. Toprak killi, kumlu, sert, yumuşak olduğu gibi insanlar da tabiat itibâriyle farklılık arz etmektedir. Toprak çiğnenir, her şey onun üzerinde rahatlıkla işlenebilir. Toprak buna karşı hiçbir aksülamelde bulunmaz. İşte, insandaki sabır, tevâzu ve alçak gönüllülük gibi vasıflar buradan gelmektedir. Buna mukâbil, toprağın hareketsizliğinden atâlet ve tembellik gibi vasıflar da insanda tezâhür etmektedir.

2. Çamur Safhası

“Allâh yarattığı her şeyi en güzel şekilde yaratmış ve insanı yaratmaya da çamurdan başlamıştır.” (es-Secde, 7)

Çamur safhasında su devreye girmektedir. Su, öncelikle temizleyicidir ve temizliği temsil eder. Bu açıdan da su insandaki iffeti, namusu ve maddî-mânevî temizlik duygularını temsil etmektedir.

3. Yapışkan Çamur Safhası

“…Şüphesiz Biz onları (Âdem ve neslini) yapışkan bir çamurdan yarattık.” (es-Sâffât, 11)

Yapışmak, kopmamak insanın sadâkat duygusunu ve bağlılığını gösterir. İnsanın inat etmesi ve müdafaa ettiği fikirlerinde ısrar etmesi de bu safhanın bir neticesidir.

4. Havada Kurumuş Çamur Safhası

“And olsun Biz insanı, (havada) kurumuş bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.” (el-Hicr, 26)

Âyette zikredilen “salsâl: havada kurumuş çamur” safhasında “hava” unsuru devreye girmektedir. Hava, insanın çamuruna hareketliliği getirmiştir. İnsan tabiatındaki istikrarsızlık, döneklik, ahde vefâsızlık ve yıkıcılık vasıfları bu safhanın bir neticesidir.

5. Şekillenmiş Balçık Safhası

“Hani, Rabbin meleklere demişti ki: «Ben (havada) kurumuş bir çamurdan, şekillenmiş balçıktan bir insan yaratacağım.»” (el-Hicr, 28)

“Hame-i mesnûn: şekillenmiş balçık” safhası insanın şekil alma, terbiye ve tezkiye edilebilme husûsiyetine işâret etmektedir. Onun bu vasfının iyiye de kötüye de kullanılma imkânı vardır. Mühim olan ona, doğru bir istikâmet verebilmektir.

6. Ateşte Pişmiş Çamur Safhası

“Allâh insanı, ateşte pişmiş çamura benzeyen bir balçıktan yarattı.” (er-Rahmân, 14)

Bu safhada ateş unsuru devreye girmektedir. İnsanın kibir, gurur, kıskançlık, Allâh’ın emirlerine karşı gelme ve aldatıcı olma vasıfları ateşten neş’et etmektedir.

Mü’minûn Sûresi’nin 12-14. âyetleri Hazret-i Âdem’den sonra onun sulbünden gelecek her bir insanın yaratılış mâcerâsını şöylece hülâsa etmektedir:

“And olsun biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık. Sonra onu sağlam bir karargâhta (ana rahminde) bir nutfe hâline getirdik. Sonra o nutfeyi, bir aleka (yapışkan ve döllenmiş yumurta) yaptık. Peşinden, o alekayı bir mudğa (bir çiğnem et) hâline getirdik; peşinden bu bir çiğnem eti, kemiklere (iskelete) çevirdik; bu kemikleri etle kapladık. Sonra onu başka bir yaratışla (insan olarak) meydana getirdik. İşte yaratanların en güzeli olan Allâh pek yücedir.” (el-Mü’minûn, 12-14)

Tıp ilmi, bu bilgilere ancak asrımızda ulaşabilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de ise; Cenâb-ı Hak, insanın yaratılış safhalarını 1400 küsur sene evvel ilmî gerçeklere uygun bir sûrette haber vermiştir.

Yukarıdaki âyet-i kerîmelerde Cenâb-ı Hak, insanın ibretlerle dolu dikkate şâyân yaratılış safhalarından bahsetmektedir. Bu safhaların evvelini teşkîl eden çamur yâni Hazret-i Âdem’in yaratılışındaki toprak safhası, görünüm itibârıyla hiçbir zarâfeti bulunmayan değersiz bir maddedir. Bundan sonraki safhalar ise, atılmış değersiz bir su; yapışkan ve donuk bir kan pıhtısı; ağızda çiğnenmiş bir görüntü arzeden, câzib olmayan ve hattâ tiksinti veren bir madde... Daha sonra ilâhî kudret tecellîsiyle bir zarâfet ve ihtişâm manzarasını teşkîl eden san’at hârikası insanın teşekkülü... Müteâkıben maddenin ve rûhun dinçlik ve zindeliği, nihâyet bu gelişme seyrinin tersinden tekrârıyla, yine geldiği yer olan toprakta çürüyüp kayboluş!.. Ardından, çürümüş beden içerisinde âdeta bir cıva damlacığı gibi çürümeyen ve kendisine “acbu’z-zeneb” adı verilen tek bir tohumdan, bir bitkinin vücûda geliş seyrinin sür’atlendirilmiş şekli gibi yeniden ortaya çıkış ve diriliş!..

Cenâb-ı Hak, pek çok âyet-i kerîmede insanı bu kesret âlemindeki mâcerânın tefekkürüne dâvet etmektedir:

“Kime uzun bir ömür verirsek, Biz onun yaratılışını (güç ve kuvvetini alarak) tersine çeviririz. Hiç (bu manzarayı) düşünmüyorlar mı? (Bu ibretli yolculuğu idrâk etmiyorlar mı?) (Yâsîn, 68)

“Allâh sizi önce zayıf olarak yarattı, zayıflığın ardından size kuvvet verdi, kuvvetin ardından da tekrar bir zayıflık ve ihtiyarlık verdi. O, hakkıyla bilendir, her şeye kemâliyle kâdirdir.” (er-Rûm, 54)

“Sizi o (toprak)tan yarattık, yine oraya döndüreceğiz ve sizi (mahşerde) bir kez daha ondan çıkaracağız!” (Tâhâ, 55)

Bu hakîkat gösteriyor ki, insanın cesedi, dünyâda yaşadığı safhalarla ve kendi zâtî durumuyla fânîliğe mahkûmdur. Aslolan ve ebedî olan rûh-i sultânîdir ki, cennet-cehennem, saâdet veya şekāvet yolculuğu bununla olacaktır. Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- der ki:

“Cesedine yağlı ballı şeyleri az ver. Çünkü tenini besleyen, nefsânî arzulara düşüyor ve sonunda rezîl olup gidiyor.”

“Rûha mânevî gıdâlar ver. Olgun düşünüş, ince anlayış ve rûhî gıdâlar sun da, gideceği yere, ukbâ âlemine güçlü, kuvvetli gitsin!”


Rûhun Nefhedilmesi (Üfürülmesi)
Cenâb-ı Hak insanın zâhirini bir avuç topraktan yarattıktan sonra ona mahlûkât arasında en yüce mertebeyi lutfederek kendinden bir sır nefhetmiştir. Bir cisim olarak yaratılan insanda canlılık, ancak rûhun üflenmesiyle başlamıştır. Bu bakımdan rûhun üflenmesi, her şeyden evvel Allâh’ın kuluna bir değer vermesi ve ona hayâtiyet kazandırmasıdır. Allâh Teâlâ, bu hakîkati:​
“Artık onu yaratıp muntazam bir insan kıvamına getirdiğim ve ona rûhumdan üflediğim zaman…” (el-Hicr, 29) âyet-i celîlesiyle beyân buyurmaktadır.​
Allâh Teâlâ’nın, Âdem -aleyhisselâm-’a rûhundan üflemesi, temsîlî bir ifâdedir. Bu, büyük bir hakîkatin, gelişmesini henüz tamamlamış bir çocuğa anlatılmasındaki zarûrete benzer bir keyfiyetin eseridir ve Cenâb-ı Hakk’ın kendisindeki bâzı husûsiyetleri kuluna onun istîdâd ve iktidârı nisbetinde vermesi demektir. İnsan, bu nefha ile birlikte Rabbinden aldığı emânetin bereket ve iktidârı ile Rabbini tanır, O’na kul olur. Esrâr-ı ilâhî ve azamet-i ilâhiyeye tâkati nisbetinde vâkıf olur. Bu vukûfiyetin merkezi ise, kalbdir. Burada kalb, fizikî bir varlık olarak değil, tahassüsün merkezi olan bir tecellî mekânı mânâsınadır.​
Rûh-i Sultânî’ye mâlik olmak, insanı üç esaslı vazîfeyle mükellef ve bu vazîfeleri îfâ husûsunda bir iktidâr ile mücehhez kılar:
1. Nefsini tanımak; kendi zâtını ve hakîkatini bilmek,​
2. Kendisinin mûcidini bilmek; Rabbini tanımak (mârifetullâh),​
3. Mûcidine karşı fakr u zarûretini bilmek; hiçliğe vâsıl olmak.​
Eserde vârid olmuştur ki:​
“Kim kendini tanırsa, Rabbini de tanır!” (Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, II, 361)​
Yaratılan İlk Varlık Nedir?
Yaratılan ilk varlık, nûr-i Muhammedî olduğu gibi, rûhların yaratılışında da O’nun rûhu ilktir. Diğer rûhlar, O’nun rûh-i şerîfinin kadr u kıymetinin bilinmesi için bir mücevherin mazrûfu kabîlindendir. Bu sebeple Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e “Ebu’l-Ervâh: Rûhların Babası denir.​
Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- anlatıyor:​
Ashâb-ı kirâm hazarâtı Allâh Rasûlü’ne sordular:​
“–Size peygamberlik ne zaman ihsân olundu?”​
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- cevâben:​
“–Âdem, rûh ile cesed arasında iken...” (Tirmizî, Menâkıb, 1) buyurdular.​
Bu itibarla Efendimiz, nübüvvette de ilktir. O’nun vücûd, rûh ve nübüvvet bakımından ilk olmasının hikmetini, ileride Hazret-i Âdem’e meleklerin secde ettirilmesi mevzuunda ele alacağız.​
Rûhu iki mertebede mütâlaa edebiliriz:
1. Rûh-i sultânî: “Emir” âlemindendir. Bedenden ayrıdır. Bedenle berâber olması, onun üzerinde tasarrufta bulunması iledir. Bedenin çürüyüp yok olması, ona tesir etmez. Ancak bu sûretle bedenî arzular üzerindeki tasarrufu nihâyete erer.​
2. Rûh-i hayvânî: “Halk” âlemindendir. Bedenin tüm uzuvlarına yayılmıştır. Esas hükümranlığı kan üzerindedir. Merkezi dimağdır. Fiil ve hareketlerin başlangıç noktasıdır. Eğer hayvânî rûh olmasaydı, hiçbir eser vücûda gelmezdi.​
İşte insanın fiilleri, bu sultânî rûh ile hayvânî rûhun müşterek hasletleri içinde ortaya çıkar.​
 

Yorum yapmak için bir hesap oluşturun veya giriş yapın

Yeni bir konu oluşturabilmek veya konulara cevap verebilmek için sitemize üye olmanız gerekmektedir

Hesap oluştur

Forum sitemizde bir hesap oluşturun. Bu işlem çok kolay!

Giriş yap

Zaten bir hesabınız var mı? Giriş yapın.

  • Geri
    Üst